Öyle Bir Geçer Zaman Ki var, dizi, malum.
Neredeyse her izleyişimde ağlaya ağlaya izliyorum ki ben normalde ağlamam, dizilerde hiç.
Osman da ağlatıyor, Osman da üzüyor. Ama Mete çok koyuyor bana, içim acıyor, canım acıyor resmen. Yüreğim sancıyor. Mete... Mete'nin öfkesi, anlık değişen ruh halleri, gözyaşları, o çaresizliği, elinden bir şey gelmemesi ama bir şey yapmak istemesi... Evin babasına karşı evin babası rolünü üstlenmeye çalışması, hem ablasının kuzusu hem babası olması, denemesi. Osman'ı korumak istemesi, Aylin'le çatışsa bile elini üzerinden çekmemesi, çekememesi. Ama en çok Mete'nin öfkesi kalbimi kırıyor.
Yanıma oturtmak istiyorum, önce hayır diyecek biliyorum. Sonra başını göğsüme yaslayacağım kibarca, itiraz edecek, anlatmayacak. Çünkü zayıflığını göstermek istemeyecek. Ama sonra açılacak, anlattıkça açılacak, açıldıkça anlatacak. Anlattıkça bağıracak çağıracak, ağlayacak. Hızla ayağa fırlayıp odada volta atacak, sonra yine gelecek yanıma. Elini tutmak isterdim o anda, "tamam" demeyi, "sen baban değilsin, öyle olmayacaksın" demeyi, "babanın açtığı yaraları sadece sen iyileştirebilirsin, iyileştirmelisin" demeyi. Anaç yanımı ortaya çıkartıyor, bende çok ender görülen bir yanım bu. Mete... Mete kalbimi kırıyor, canımı acıtıyor, gerçekten, acıtıyor. O çırpınışları acıtıyor, annesini ablasını ailesini kendi babasından korumaya çalışması acıtıyor. Acıtıyor be çocuk, acıtıyor işte.
Dizinin her bir karakteri ele alınabilir tek tek. Ali, kararsızlığı ailesinin en büyük acıları çekmesine neden olan; ne onu ne öbürü seçemeyen, seçememenin hırsını da seçemediklerinden çıkartan Ali. Cemile, yıllarca kocasına karşılıksız fedakarlıkta bulunan, çocuklarına yıllardır baba olan ve gerçek babalarından koruyan, "anne", Cemile. Berrin, aldığı yaraların kabukları düşmemiş, düşmediği için de zırh gibi etrafında olan, sessizliğinin altında derin ve sert olan Berrin. Ablasının tam tersine dışa açılmış olan, havai, belki de havailiğiyle hasar almamaya çalışan Aylin. Mete. Ve Osman, üzerine başlı başına yazı yazdırabilecek olan Osman. Ahmet, daha üstündeki katmanlar sıyrılmamış olan, göründüğünden daha derin bir karakter, nazik, mahcup, ideallerine bağlı Ahmet. Nüfuzlu, yeri geldiğinde nüfuzunu kullanan ama bir yandan tercih edilmemenin acısı içindeki Hakan. Haklıyla haksızı bilen, oğlunun yaptıklarının kızgınlığı içinde, gelinine kol kanat geren, kadın gibi kadın Hasefe.
İçimi çekiyorum, diyorum bu dizi bana niye bu kadar koyuyor.
Annemle babam ben 6 yaşımdayken ayrıldı. Dolayısıyla anne-baba kavgası bir yana, evlilik hayatını bile doğru dürüst hatırlamıyorum. Asla ne annemden ne babamdan ne de aile büyüklerimden şiddet gördüm, dayak bir yana fiske bile yemedim. İkinci bir kadın olmadı hiç. Ne Berrin gibi özverisiyle suçluluk bile hissettiren bir ablam var, ne Mete gibi bir kardeşim ne Osmanım. Ahmet gibi kendimi, hayatımı, ailemi anlık bir tepkiyle riske atabileceğim bir sevdiğim olmadı veya Hasefe gibi bir kayınvalidem. Benim canım niye acıyor, ben bugüne kadar durum fark etmeksizin duygulanmamışken ve dahi ağlayanları sinir etmişken, bu kadar gündelik bir konuda, geçmiş bir yaram yokken, niye evde bir başıma hıçkıra hıçkıra ağlıyorum? Niye başta sessiz sedasız gözyaşlarım akarken birden sesli ağlamaya başlıyorum, niye duramıyorum, niye aynı sahneyi yine izleyince yine ağlıyorum... Niye Mete çaresizlikle başını duvara vurduğunda içimden bir şey kopuyor, nefesim kesiliyor bir an? Bilmiyorum.
Bilmiyorum.
Tek bildiğim şey, senaryosuyla, oyuncu kalitesiyle bu kadar başarılı bir dizi olmasından mutluyum. Figuranına kadar, her oyuncu hissederek, hissettirerek oynuyor. Ve Osman'ı oynayan çocuk, ben bu kadar başarılı bir çocuk oyuncu ne zaman gördüm hatırlamıyorum.
Öyle bir geçiyor ki zaman...Gerçekten.
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa